Çarşamba, Mayıs 12

Hayat #3


Hayat
Hayat 2

İşte Sokrates böyle düşünürken ve düşüncelerini açık yüreklilikle dile getirdi ve hayranları üçer beşer artarken düşmanlarının otuzar ellişer artışı karşısında meydana üç adam çıktı: Melitos, Anitos ve Likon. Atina vatandaşı bu üç adam şöle dediler :
- Sokrates fenalık ediyor, Atina’nın inandığı ilahlara iman etmiyor. Aksine ortaya inanılacak yeni bir uluhiyat çıkarıyor. Gençliği Fesada veriyor. Cezası ölüm.

Bu üç adam birleşip Sokrates’i Eski yunan’ın hakim sayısı 200’den 20002e kadar değişen halk mahkemesine verdiler. Mahkeme 501 üyeli olarak kuruldu ve insanlığın ilk fikir babalarından Batı dünyasında 1 numaralı vahdaniyetçi mizacın sahibi Sokratesi hesaba çekti.

— Atina'lılar! İnsanların âlâsı! Beni suçlandiranla-rın, köpürte köpürte konuşurken, üzerinde ne gibi tesirler bıraktığından haberim yok!.. Bense, onların hileli sözleri karşısında, hüviyetimi kaybeder gibi oldum! Hem de onların bütün söylediği şeylerde, tek doğru nokta yokken... Şu varki, söyledikleri birçok yalandan, en fazla bir tanesine şaştım: Ben çok usta bir hatipmişim de,sözlerime inanmak için ihtiyatlı olmanız lazımmış!.. Düşündüm: Benim, onlar hakkında hemen,yalancı ve safsatacı hükmünü vermemden utanmaları, üstelik bu hükmü bana doğru kaydırmaya çalışmaları, hareketlerinin en hayâsız cephesidir. Birazdan göreceksiniz ki, ben zerre kadar usta bir hatip olamıyacağım! Meğer ki, doğruyu söyliyene, hakikati dillendirene, usta bir hatipdenilsin.. Eğer öyleyse, onlarınkine değil, fakat kendi usulüme göre hatip olduğumu ben de tasdikederim.

Atinalılar!.. Eğer benim, çarşı meydanındaki dükkânlarda ve başka yerlerde konuşurken kullanmayı âdet edindiğim sözlerle müdafaama giriştiğimi görürseniz, sakın şaşmayın ve bu yüzden kargaşalığa düşmeyin! Yalnız şu noktaya dikkat ve ehemmiyet bağlayın: Söylediğim, doğru mu, değil mi? Çünkü hâkimin fazileti doğruyu görmekte, hatibin fazileti de doğruyu söylemekte...

Kendisinin hiçbirşeye inanmadığını iddia eden mahke heyetine şu cümlelerle karşılık veriyordu Sokrates :

İnsanlara ait şeyler bulunduğuna inanan, fakat insanın varlığına inanmıyan bir adam!.. Atlara ait şeyler bulunduğuna inanan, fakat ata inanmıyan bir adam!..Ya bu olabilir mi? Flüt çalanlar bulunduğuna inanan, fakat flüt çalanlara ait şeyler bulunduğuna inanmıyan bir adam!... Bu hiç
olabilir mi? Pek âlâ! Ruhanî şeylerin mevcudiyetine inanıp da ruhlara ve ona vücut veren müessire inanmıyan bir adam!.. Bu asla olamaz! Bu anlayış, at ve eşeklerden doğan yavrular, yani katırlar olduğuna inanıp da at ve eşeklerin bulunmadığına inanmak kadar saçma olur!»

Ve zerrece tereddüt göstermeksizin hakikati ortaya koyuyor:

— Atina'lılar, insanların âlâsı! Aranızda, şu Sokra-tes gibi, hikmet noktasından nefsinin gerçek bir değeri olmadığını bilen kimsedir ki, en hikmetli olanınızdır. Böylesi de, ya pek az, ya hiç yok!...»

Hürriyet terbiyesinden gelen 501 heykel onu dinliyor:

— Beni ne şu, ne de bu kötü adam incitebilir; imkânı yok.. Zira iyi bir adamın kötü bir adam tarafından incinmesi Allah'ın iradesine uygun değildir. Gerçi o adam beni öldürebilir, memleketimden sürebilir, vatandaşlık hakkımdan düşürebilir; belki o adamın kendisi de başkası da benim zarar gördüğümü sanır. Fakat gerçekte zararı ben görmüş olmam. Asıl bunları yapacak olanlardır ki, girişecekleri haksızlık yüzünden kendi kendilerini zarara sokmuş olurlar.

Atinalılar!.. İşte şimdi, müdafaamı, sandığınız gibi kendi menfaatim için değil, ondan daha üstün tuttuğum sizin menfaatiniz için yaptığımı anlıyor musunuz?

Çünkü beni kaybedecek olursanız, bir at sineği ata nasıl yapışırsa, size öyle yapışacak, belki sizi sinirlendirecek, fakat her ân harekete getirmekten vazgeçmiyecek, uyumanıza razı olmiyacak başka birini kolay kolay bulamazsınız!

Oğullarım büyüyünce, ey insanlar, ben sizin ca¬nınızı nasıl sıktımsa, siz de onların canını öyle sıkarak cezalandırınız! Eğer onların faziletten ziyade paraya veya her hangi bir dünya matahına kıymet verdiklerini görürseniz, yahut birşey olmadıkları halde kendilerini birşey zannettiklerine şahit olursanız, ben sizi nasıl iğneledimse, siz de onları öyle iğneleyiniz! Eğer bunu yaparsanız, ben de oğullarım da, sizden haklı muamele görmüş oluruz.

Artık gitme zamanı geldi. Ben ölmeye gidiyorum, siz de yaşamaya gidiyorsunuz. Fakat kim daha iyi bir nasibe gidiyor; bunu ancak Allah bilir. Keşke meselemiz, hak ve hakikat âşığı, Batı tarihinin en büyük fikir adamına reva görülen akıbeti anlatmak olmasaydı da, sadece fikir üstü şiir ve şiir üstü fikir cephesinden bütün Apolocyayı kesimsiz ve bölümsüz verebilseydik. O, 2400 senedir, şairi, âlimi, hukukçuyu, filozofu, devlet adamını kapıp götüren uğultulu bir şelâledir.


Hâkimler, ellerindeki tunç levhalarla reylerini belirttiler: 281 rey, ölüm cezası; 220 rey, beraat..

Hikmetinin sahibi, insana en büyük memuriyetini ihtar etmenin cezasını, içinde, küfür yobazlarının ancak %56'ya varabildiği bir cemiyet ve onun yargıçlarından aldı:
Ölüm..
24
25
ZEHİR


Kendisinden birbuçuk asır yaşlı, büyük devlet ve hikmet adamı (Solon)un tavsifiyle, dudağında ışıklı bir tebessüm, ölüm kararını kucakladı. Onu zindana götürdüler ve yakınlariyle düşüp kalkmakta serbest bıraktılar.

Yolda giderken, ebedî sualciliğini tekrarlamaktan kendini alamadı:
— Niçin ağlıyorsun?
—Haksız yere ölüme götürüldüğün için...
O anda bile, insan ruhunu tezatları içinde yakalama metodunu bırakmadı:
—Demek, haklı yere ölüme götürülseydim, gülecektin?


Sokratesin zindan hayatında etrafını öyle bir hal¬ka sardı ki, iş, hükümete bir fitnenin başı gibi göründü, ve hapisliğinin 30. günü, baldıran otu zehrini içmeye mecbur edildi.

O zaman 30 yaşlarında bulunan ve hocasına ait herşeyi sonradan kaleme alan Eflâtun, Sokratesin ölüm tablosunu çizen büyük ressamdır:

Sözünü bitirince, Sokrates ayağa kalktı; yıkanmak üzere başka bir odaya geçti. (Kriton) bize kalmamızı tenbih ederek onun arkasından gitti. Aramızda konuşulanları, mevzu dışına çıkmaksızın, tekrar tekrar gözden geçirdik. Hem de, içine düştüğümüz felâketin büyüklüğü üzerinde konuştuk. Gerçekten babasız kalmıştık; bundan böyle öksüzler gibi yaşayacaktık. Yıkanma bittikten sonra, onun yanına çocuklarını getirdiler. İkisi küçük, biri büyük üç çocuğu vardı. Birtakım akraba kadınlar da geldi. Sokrates gelenlere öğütler verdi. Sonra kadınlarla çocuklara, çekilip gitmelerini söyledi. Derken bizim yanımıza geldi. Güneş batmak üzereydi.

- Uşak, Hâkimlerin buyruğu, (Sokrates), dedi; zehir içeceksin! Ve sonra devam etti:
Bana kızıp gücenmediğine eminim. Sen onları, bu işe sebep olanları, pek iyi tanırsın! Haydi Allah'a ısmarladık, alınyazın neyse o olur. Elinden geldiği kadar tahammüllü ol!

Uşak geriye döner dönmez, gözlerinden yaşlar boşandığını gördük. O zaman Sokrates ona bakarak mırıldandı:
- Sanada Allahaısmarladık, dediğini yapacağım!
Ve bize dönüp ilâve etti:

Ne ince duygulu adam! Burada bulunduğum müddetçe her gün beni görmeğe, benimle konuşmağa geldi. İnsanların en iyisiydi o; şimdi ne kadar iyi yürekle benim için ağlıyor! Haydi bakalım, sözünü dinleyelim onun! Kriton, ezilmişse zehiri getir, değilse ez! Zehiri biraz daha geç içmekle sanırım kazanacağım hiçbir şey yok.. Böylece son dakikada hayata bağlanmak, artık hiçbir şey kalmadığı anda onu korumak ve
Esirgemek beni gülünç eder. Haydi artık konuştuğumuz yeter, dediğimi yap!. Bunları söyledi ve sükûnetlerin en eşsiziyle, titremeden, beti benzi atmadan, zehiri aldı. O meşhur boğa bakışiyle, gözleriniadama dikti. Ve içti.


Ben de meğer boşu boşuna kendimi zorluyor mu¬şum. Gözyaşlarını, birden, seller gibi boşanıverdi. Yüzüm örtülü, iki büklüm, ağlıyordum. Muhakkak ki, ona değil, kendime ağlıyordum; böyle bir arkadaştan mahrum olacağım için kendime, kendi felâketime ağlıyordum.

O zaman (Sokrates) bağırdı:

— Ne yapıyorsunuz dostlar; ne kadar da tuhafsınız! Ben kadınları, işte bu manzarayı görmemek için yolladım. Onların bu gibi ölçüsüzlüklerini önlemek için.. Ölürken, sakin ve uğurlu sözlerle gitmek gerektiğini bilmez misiniz?

— Soğumak sırası kalbe gelince, Sokrates öleceğini söyledi. Karnının altı çoktan soğumuştu. Örtülü yüzünü açar açmaz, şu son kelimeleri mırıldandı:

- Asklepyosa bir horoz borçluyuz! Parasını ver, unutma' Ve sustu.

Kriton, peki, olur, dedi: fakat bize başka bir diyeceğin yok mu?

Bu suale artık cevap veren olmadı. Sokrates ölmüştü. O anda toprak rengini alan dudaklarından, başındakiler, vaktiyle şu sözlerin dökülmüş olduğunu hatırlıyorlar:

— Aklın göze alması gereken tehlike, ruhun ölmezliğine inanmaktır. Bu tehlike gerçekten güzeldir. Bunu, büyülü sözler ve dualar gibi, kendi kendimize tekrarlamahyız!


O, memleketinin putlarını devirmeye kalkıştığı ve (plastik) çerçevenin sinek kâğıdına yapışanları insan hayatının iç kesimine çağırdığı için öldürüldü ve bu bakımdan fikir tarihinin, Batıda ilk büyük mazlumu oldu. Kaderini çok derinden sezmiş ve bunun bütün ruh soyluları için umumi bir nasir olduğunu anlamıştı. Müdafaasında, karşısındaki 501 heykele şöyle haykırmıştı:

— Bu iş dünyada ne benimle başladı, ne de benimle bitecek!.. Hak ve hakikati günlük hayat kaygılarının üstünde tutanları, daima benim akıbetim kovalayacak!..


* 4. yazıda Hristiyanlığın mazlumlarını ele alacağız.

Hiç yorum yok: