kendi çizdiklerimi de tarayamadığımdan koyamadım,
bidahakine onlarla birlikte yazmak umuduyla.... =)
Kimlik bunalımları sadece insanların değil bazen kentlerin hatta ülkelerin de kaderini değiştirmeye kâfi gelmiştir... şüphesiz bunun en acı örneğini yaşayan ve inanılmaz kıyımlara sahne olan bir ülkedir Bosna-Hersek... sadece bir Kont'un elinden çıkmış muhtıra mıydı sorumlu, o mu? bu mu? şu mu?... bilinmez... lakin; her haritaya bakıp bu minicik ufacık ancak ayaklarını sokabilecek kadar bir deniz sınırı olan bu ülkeyi gördüğümüzde içimizin burkulduğu açıktır....
yaklaşık 2 sene önce bu ülkeyi ziyaret edebilme lüksüne öğrenciyken erişebilme fırsatı bulmuştum.zaten lüks olması ordan kaynaklı:)...... üniversite hayatı boyunca sanırım en çok gezen sınıf olmuşuzdur... evet bunu başarmışızdır sanırım... bir daha öyle gezebileceğimi hayal dahi edemiyorum. :) inanılmaz güzeldi. eşsizdi.... biraz önce el yazımla yazdığım Bosna Hersek izlenimleri müsvettesi geçti elime... tekrar yâd ettim güzel günleri.... 1000lerce şükürler olsun bi daha gidebilir miyim bilmem.... ve canım hocalarım sağolsun....e milletimiz de varolsun hadi :)
o yazımı el yazısıyla koycaktım ama aksilik budur ki tarayamadım, sizi de güpgüzel yazımdan mahrum bırakıciim :) artık böyle okuyuverin... o zamanlar ben küçücük miniciktim, biraz yavan bi yazı ama bence yine de güzel hatırlamak babından; iyi ki de yazmışım...... :P
Bosna-Hersek İzlenimleri
Hasbel-kader mi gelmiştik Bosna topraklarına, yoksa hala bu "rüya ülke"nin tılsımından kurtulamadığımdan mı böyle geliyor bana? Ya da ne dersiniz, şanslı mıydım birçoğundan? Her ne olursa olsun bilmiyorum ama bildiğim bir şey var: İyi ki gördüm, tanıdım Bosna-Hersek'i.
Öyle bir kente gidiyoruz ki, çoğu Osmanlı yapısı çok sayıda camisi ile bir Osmanlı şehri sanki. Dört yanı dağlarla çevrili bir güzelim ova. Şehri bölen Bosna Nehri ayrı bir güzelleştiriyor bu kenti. Evet burası bizden bir şehir aslında. Burası Sarayevo. Yarı ahşap yarı kagir, cumbalı evler, bu evlerin aralarını süsleyen eski taş sokaklar, mezar taşları, hatta ve hatta üzerlerindeki isimler. Hepsi bizden. Belki farklı bir dil dolaşıyor ağızlarda ama sanki her an anlayacaksınız söylediklerini."Selam" diyorlar, "marhaba", "arkadaş" diyorlar. Bu kelimeleri duyduğumuzda çocuklar gibi şenleniyoruz. Ve her birimiz de ayrılırken o insanlardan öyle bir "Allah'a emanet" diyoruz ki, sanırsınız iki günde Boşnakça öğrendik. Bazen de hem onların hem bizim çat-pat İngilizcemizle anlaşıyor, pazarlık bile yapıyoruz esnafla.
Tabi yemekleri es geçmemek lazım. Çarşıda gezerken "Cevabi" kokularını alıp bizim İnegöl'e gidiyorsunuz sanki. Ve her sabah “Burek” hayaliyle uyanmak bambaşka zaten (ben “Sirnica”yı ısrarla öneririm). Akşama da soğan dolması yiyip üstüne bir de bakır cezvede gül lokumuyla ikram ettikleri "Bosnian Kafa" dan içtiniz mi değmeyin keyfinize.
Gezimiz sadece Sarayevo'yla sınırlı kalmıyor tabi. Öyle bir yer ki, hani Akif'ten bir şiir okursunuz, o şiir sizi alır götürür, hiç bitmesin istersiniz ya; işte biz de Poçitel'in bitmesini hiç istemiyorduk. Kulağımızda ezan sesi, aşağıda şiir kent Poçitel ve bir sükunet. Sadece o an bile Poçitel'den gitmek istemeyişimiz için yeterliydi sanırım. Ve Mostar'a doğru devam ediyoruz. Yemyeşil Neretva çayı ve üzerindeki eşsiz güzellikteki o köprü. Nasıl da kıyılıp tarumar edilmiş diye düşünmekten alamıyorsunuz kendinizi. Mimar Sinan Mektebi'nin bu eşsiz mimari özelliklerine sahip tek kemerli sivri köprüsü akşam vakti bizi hüzünle uğurluyor ama başı dik!!!
Travnik ise vezirler şehri. Bizim Amasya'mız sanki. Burada çatılar biraz daha dik. Savaşta darbe almamış Travnik. Her adımda başka bir camiyle karşılaşıyoruz. En önemlisi ise kadınların yaptırmış olduğu Resimli Camii de denilen Alaca Camii. Ve Travnik'in kalesinden şehre bir de tepeden bakıyor, sonra da Sarayevo yolunu tutuyoruz. "Dinleyin İbraham'ı" diye irkiliyor, düşüncelerimizi paylaşıyor, kah gülüyor, kah hüzünleniyoruz. Şengül Hoca'mızdan Roma sözü alıp, Halil Hoca'mızla tezahüratlar yapıyoruz. Ali Hoca'mızla gülüp,Ömer Hoca'mızla sessizleşiyor, öylece onu dinliyoruz.
Akıllarda ise muhteşem şehir tabloları yanında tarumar edilmiş bir kent kalıyor dönüşte. O sahneleri yaşayanları ve bu barbarlığı onlara reva görenleri anlamaya çalışıyoruz. Dilimde Akif'in bize kazandırdığı o muhteşem dizeler, yolumuza devam ediyoruz: "Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır"ı yoğun istek üzerine, bu kez Bosna için söylüyorum semalarda... ve herkes bize bakıyo =)
Ve son olarak; Bosna-Hersek'i görmemize vesile olanlara şükranlarımı sunup; “ŞENGÜL HOCA BİZİ ROMA'YA GÖTÜR" diye bitirirsem güzel olur sanırım :)
şengül hocam'ın ve diğer hocalarımın emeğine sağlık... belki bi gün Roma'da.. ....=) ola da bilir...
8 yorum:
Güzel bi anı olmuş. Umarım birkez daha gitme fırsatın olur. Çok gezdiğin belli zaten. Şimdi bile geziyorsun :)
Romaya benide götürürsün artık.
eveet, amasyadan döndüm giresuna giresundan döndüm trabzona trabzondan döndüm amasyaya tekrar, amasyadan döndüm şarkışlaya sahaya :) peki iyi hissediyo muyum? tabiki hayıırr... cenaze gibi dolaşıyorum... =)
mısıra gitcektim ama pasaport sorunumuz var... onu bi çöziim mısıra gidiyim geliyim, ayağımın tozuyla romaya gidelim, aksilaaaz diye bağırınca havaalanına gel...
:)
nefes alan cenazemisin :)
(taş gitmiştir yerine)
sen ucaktan el sallarsın ancak bana :P
ben msjı anlamadım???
ama el sallarım tamam sana :)
yengemi alırım hatta yanıma, beraber el sallarız sana ne dersin???
belki bi de yeğenimi alırız o zamana kadar,,, oooh 3ümüz el sallarız... =)))
yeğenin ben nerde oda orda olacak :D
erkek adam babasının dizinin dibinde oturmaz öle... kız olsaydı bişey demezdim, onun sorumluluğu ağır, kızlar otursun babasının dizinin dibinde... =)
o zaman sen niye oturmuyosun :D
ben sayılmazz.. :P :)
ordan, çok gezen, başına buyruk bi tip olarak algılanıyosam öle diil aslında pek... :)
diz dibinde oturmak ve gezmek fiillerini iyi kararlıyorum diyelim... dengeli olursa no problemo gibi geliyo şimdi bana; amma velâkin kendimi ebeveynlerin yerine koyduğumda sanırım uşaklarımın çekeceği varr... :) :D
Yorum Gönder