Pazar, Temmuz 12

İskender Pala'dan


Hemen her boş vaktinde, şevkle,iştahla, okuduğu kitaba saldıramıyor insan… Şu anda bana olduğu gibi; sıkıcı bir kitaba başladığınızı düşünüyorsanız hele… Genelde bu zamanlarda köşe yazıları, okuma ihtiyacınızı karşılamanıza yardımcı oluyor… Ben bugün İskender Pala’ya sardım… Aşkı en güzel yorumlayan yazardır benim gözümde o… Tekrar tekrar okumaktan bile sıkılmazsınız… Gazetedeki yazılarını kaçırmamama rağmen, o inanılmaz güzel tarzı, dili, anlatımı tekrardan sanal alemde de takipçisi olmama yetiyor…Elif Şafak’ın Aşk romanının beni derun etkilediğini söylemiş, romanı hakkında yazmıştım daha önce… Onu sevmemin en önemli nedeni ilahi ve cismani aşkı aynı anda ele alışıydı… İşte böyle bir yazı daha… bir de Pala’nın yorumundan:

Aşkın sebepleri arasında en inanılmaz olanı belki de rüyada görüp âşık olmaktır. İnsan sevgiliyi rüyada her vakit görür ama rüyada yalnızca bir kez gördüğü birine sevgili der mi?
Bunlar olsa olsa Hüsrev ile Şirin, Vamık ile Azra hikâyelerinde olur. Gönlün, hiç mevcut olmayan birine tutulması, sanki hiç gerçeği olmayan bir şeyle geçim sağlamak gibi değil midir? Birisi hiç görmediği ve asla göremeyeceği bir güzeli sevdiğini söylerse herhalde aklından zoru olduğunu düşünürler. Ruhu ona telkin ediyormuş, temenni ve arzuları kalbini yönlendiriyormuş, bunlara inanmazlar. Oysa bir âşık, sevgilinin ay mı, güneş mi olduğunu bilemese de, aklının bir oyunu mu, hayalinin bir çılgınlığı mı olduğunu kestiremese de, gözlerine her daim onun görüntüsü girdiği müddetçe âşık değil midir? Âşık olmak için maddî varlık şart mıdır? Allah'ın güzelliğini rüyasında görüp ona âşık olan sufiye inanıyoruz da neden bu âşıka inanmıyoruz. Eğer ona inanmayacaksak aşk surete tapmaktan gayrı ne olur ki? O halde bir kişi sevdiğini karşısında görmeden de âşık olabilir. Sevgili için kaygılanmak da, hayaliyle mest olmak da, geceleri uykusuz kalmak ve seherlerde acı çekmek de hep âşıkın sevgiliyi görmeden yaptığı şeyler değil midir? Bir duvarın arkasında şarkı söyleyen bir kadını işitmek, bazen ona tutulmak için yeterlidir. Bazıları buna temelsiz bir bina gözüyle bakabilir, ancak âşık, o binayı inşa etmekte her zaman çok mahirdir. Zihni görmediği bir varlığın tutkusuyla meşgul olan kişi, düşünceleriyle baş başa kaldığında hayalinden ona şekiller çizer, kıyafetler giydirir, renk ve koku isnat eder, tavır biçer. Sevgili, âşıkın zihninin içinde yapılıp mükemmelleştirilir, âşıkın hayali ve tasarım gücü sevgilinin güzelliğini artırır. O şarkıcıyı bir yerde görsün, yahut görmesin. Şimdi kim bu şarkıcıya âşık olan kişiyi ayıplayabilir ki? Cenneti de ancak tasvirle tanıyor değil miyiz? Onun söylediği şarkılar kulağımızı doldurup kalbimizi ona yönlendirdiğinde genelde âşık onun güzelliğini sesine göre ölçmez mi? Eğer kendisini gördüğünde aşkı artıyorsa şarkıcıda onun sesine denk bir güzellik görmüş demektir. Ama eğer şarkıcının yüzü sesinden daha güzel ise bu âşıkı, sesten yola çıkarak güzelliği keşfettiği için tebrik etmek gerekmez mi? Cennetin en güzel tasvirleri bile cennetin yanına yaklaşmaktan uzak değiller midir? O halde, kainatta görülen bütün güzelliklerin "Mutlak Güzel"den bir iz taşıdıkları için güzel olduğunu söyleyen sufiler haksız sayılabilirler mi? Kim Allah'ın güzelliğine vurulup da ona tapınıyorsa aşkı mübarek olsun!..

Bir de hikâye vardı yazının devamında onu ben biraz sıkıcı buldum, tarz meselesi. Belki de ruh haliyle ilgili bilmiyorum.. O yüzden eklemiyorum ama yine de söyleyelim üzerimizde kalmasın...
Zevkle okuyanlara; rica eder, memnuniyetimi belirtirken,
Sıkılanlara; yapcak bişey yok:) diyor ve bitiriyorum...

Aşkla, sevgiyle, huzurla kalınız...

Hiç yorum yok: