İşte bizim Temel de kendi çapında sıkı bir hazırcevaptır… Üstad’ın yakınına uğrayamaz, ayrı mesele ama, şu fıkra, “ulen Temel sen de az değilsin” dedirten cinstendir… :)
Temel köy yolundan şehre ilerlemektedir, karşıdanda Temel'in köyünden biri Temel'e doğru yaklaşmaktadır...
Köylü: Selamun aleyküm temel.
Temel: Aleyküm selam hocam.
Köylü: Nasılsın inşallah?
Temel: İyiyim hocam sen nasılsın?
Köylü: İyiyim hamdolsun, Temel bak sana bir şey anlatacağım.
Temel: Buyur hocam.
Köylü: Temel, sen bir gün öleceksin. Sevdiklerin, eşin, dostun seni gömecekler. Yeraltı dünyasının bilinmeyen canlıları senin bedenini yiyecekler ve sen toprağa karışacaksın. Sonra bir çiçek olup o toprakta yeşereceksin. İnekler, danalar gelip seni yiyecekler ve gidip kuytu bir köşeye pisleyecekler. Ve ben o pisliğe bakıp diyeceğim ki,'Yaaa Temel, neydin ne oldun'.
Temel: Peki ben sana bir şey anlatabilir miyim?
Köylü: Buyur Temel.
Temel: Bak, sen bir gün öleceksin. Sevdiklerin, eşin, dostun seni gömecekler. Yeraltı dünyasının bilinmeyen canlıları senin bedenini yiyecekler ve sen toprağa karışacaksın. Sonra bir çiçek olup o toprakta yeşereceksin. İnekler, danalar gelip seni yiyecekler ve gidip kuytu bir köşeye pisleyecekler. Ve ben o pisliğe bakıp diyeceğim ki,
'Yaaa hocam, hiç değişmemişsin'.
ben seneler önce hep sustum... hep susardım... hep suskundum... Anadolu Lisesi'nin şımarık çocuklarının bozmaya meyilli tavırlarına çoook maruz kaldım. önce onlara kızdım. benim yetiştiğim ortamda insanları üzmeye çalışmak, kendilerini kötü hissetmelerini sağlamak gibi abuk düşünceler yoktu... biz hep kırmamaya alıştırıldık... üzmeyecektik ki sonra bir gün biz de başkaları tarafından üzülmeyelim... o yüzden hep sustum, şaşırdım... kalakaldım öylece... içime doğru haykırdım ben... sonra kendime kızmaya başladım... "niye sustun ki ???" gibi cümleler artık kendime kestiğim faturalar ve ardından da cezalara dönüşmeye başladı... suçluydum çünkü susmuştum... onlara göre susmam söyleyecek birşeyim olmadığı manası taşıyordu... yani bu da onları haklı çıkarıp kendilerini çok daha üstün hissetmelerini sağlıyordu... benim tercihime onlar zafiyet diyorlardı... keşke Tunç'un başlattığı Faili Meçhul Kıyak oyunundan ibaret olsaydı yaşam ama olmuyor işte... sonra baktım ki hazırcevap olmak kavga etmeniz manasına gelmiyor sadece sizin de söyleyecek birşeyleriniz olduğunu bu şekilde ifade ediyorsunuz... tabi cevap vermeye başladıkça ve bunu mümkün olduğu kadar da kırmadan yapmaya çalıştıkça hayat daha yaşanılabilir bi hal almaya başlıyor kanımca...
bu aradaaaaa! Faili Meçhul bir kıyak geçerek başlamanızı öneriyorum gününüze... :) oyunu ilk kez duyuyorsanız, bir bakın derim ben... hiç fena değil...
bakın nasıl iyi hissedeceksiniz kendinizi.... daima gülümseten ve çooook kıyak bir hayat dileklerimleee derken aslında biraz olayları karıştırdığımın ve de azbuçuk uyku modunda yazmanın verdiği bir saçmalıkla halen devam ettiğimin farkına da yeni varmış bulunmaktayım.... :) ama geçti artık...gönderiyorum.... gön-der-dimmmm...
3 yorum:
uykulu muykulu ama..süper olmuş..
Temel iyi laf demiş walla.
Aslında çok özel bir yazı olmuş. Bu yaşadıklarını bir çığumuz yaşadık. Hep veren fedakar olan öğretildiği için.
Buna benzer gerçek bir olay yazayım bende.
Yavuz Selim’e İran şah’ı şah İsmail tarafından hediyelerle dolu bir sandık geliyor. Sandık açıldıkça hediyeler göz kamaştırıyor ancak etrafıda kötü bir koku kaplıyor. Sandığın dibine gelincede bir de bakıyor bohça içinde insan pisliği çıkıyor. Yavuz buna çok sinirleniyor ve çevresindekilere emir veriyor. Buna karşılık nasıl bir şey yapmamız gerektiğini herkes düşünsün diyor. Birkaç güne kimseden bir öneri gelmiyor. Bu sırada Yavuz’un aklına bir şey geliyor ve sandığı daha değerli mücevherlerle dolduruyor. En altını ise güzel lokumlarla dolduruyor. Sandık Şah İsmail’in huzuruna getiriliyor. Telaşla açılıyor sandık. Şah İsmail nasıl bir şey çıkacağı merak eder tavırla gelip bakıyor. Çıkan degerli taşları görünce şaşırıyor. Hızla boşaltıyorlar sandıgı ve dibine gelince bir paket çıkıyor. Bunu Şah İsmail’e veriyorlar. Biraz korkuyla açıyor ve gördüğü lokumlar karşısında çok şaşırıyor. Osmanlı elçisi merak etmemesini lokumların içinde bir şey olmadıgını söylüyor ve ilk olarak kendisi tadıyor. Şah İsmail ve yaverleri lokumu afiyetle yedikten sonra paketin altında bir kağıt görüyorlar. Şah İsmail açıyor ve kağıtta aynen şunlar yazıyor:
“Herkes yediğinden ikram eder”
Yorum Gönder