Pazar, Temmuz 19

Unutamadığım Anlar #5


1994 yazı ve bunaltıcı sıcaklar olduğuna göre aylardan Ağustos olmalı. Sıcaklar biz mahalle çocukları iyice bunaltmış ve deniz için ailelere binbir türlü baskı yapılıyor. Aslında mahallede oldukça popüler olan Kandilli ve Çengelköy sahilinde denize atlama olayına giremiyoruz. Boğazın dalgalı sularında yüzecek cesareti gösteremiyoruz.

Sıcaklar o kadar bunaltıyor ki artık öğle saatinde olan günün ilk maçını yapamıyoruz. Ağaç gölgelerinde hayali transferler yapıp takımlarımızı güçlendiriyoruz. O sezon Galatasaray Kalli ile şampiyon olmuştu.Benim isminden ve sezon başı Fenerbahçeye gol attığı için Gütschow hastalığım vardı. Takımdan gönderileceği haberleri çıkıyordu gazetelere. Gütschow'un kalması gerektiğini savunuyordum hep. Nede olsa Fenerbahçe'ye hem TSYD de hemde kupada gol atmışlığı vardı. İşte bu tip şeylerle ve bahçelerden meyve aşırmakla geçiyordu gündüzlerimiz. Gökhanların bahçesindeki ceviz ve incir karışımının lezzeti o sıcakta başımızı döndürüyordu. Ancak bi türlü soğuk denize atamıyorduk kendimizi.
Artık sıcakla mücadele demez hale gelmiştik. Unutmuyorum adını burda vermek istemediğim (çünkü blog okurlarından ve bu olayı ne zaman açsak başını öne eğer kendisi) arkadaşım dostum bir öneri atıyor ortaya. Üsküdar'a gidelim gezelim diyor. İlk cevap sanırım benden geliyor ve bu sıcaktamı yanıtını veriyorum. Uzun süre tartışıyoruz ve bugün için vaktin geç olduğuna kanaat getiriyoruz. Nede olsa akşam maç var geç kalmamalıyız. Hergün farklı bi mahalleyle anlaşıp saat 18:00 de maç yapıyoruz. Kimi zaman hiç bilmediğimiz uzak mahallelere gidip bilmediğimiz sahalarda maç yapıp geliyoruz. Ne güzel bir takımdık öyle. Her mevkinin iyi oyuncuları vardı. Ümit kalede Gycoechea, Emre defansta Uche, Gökhan Rıza, Aras Sergen, Fırat Tanju ben ise kendimi o zamanlar Caniggia'ya benzetiyordum.

Akşam oluyor maç yapılıp dönüş yoluna geçiyoruz. Yarın ki plan ince ince ayarlanıyor. Kalabalığız ve otobüsle gitmemeye karar kılıyoruz. Bilet paralarıyla Şöhretlere gidip atari oynayacağız. Sonrada sahilde yürüyüp geleceğiz. Eve gidince herkes buzluğa suyunu koymayı unutmuyor. Bi jeton parasını suya vermek lüks. Öğlen güneşin tepede olduğu saatte yola koyuluyoruz. Çengelköyde toprak sahanın yanından geçerken şimdi maç yapılırdı diye söyleniyoruz. Yol boyunca parklara uğramayı eksik etmiyoruz. Her parkta durup eğlenip yola devam ediyoruz. Başka mahalle çocuklarıyla kavga etme ihtimallerini bile düşünüyoruz. O sıralar Beylerbeyinde Küplüce mahallesi ile ezeli bi rekabetimiz var. Turnuvalarda finalde hep karşımıza çıkıyorlar ve maçlar genelde çok sert geçiyor. Bizde taraftar olduğumuz için simalar artık tanınıyor. Şunuda belirtmeliyim ki büyüyüp biz mahalleyi temsil ettiğimizde yine finale kaldık ancak bir türlü yenemedik. Buda ayrı bi yazı konusudur.

Kuzguncuktaki tarihi parkta mola verip çimlere uzanıyoruz. Artık Üsküdar'a çok yakınız ve durup enerji toplayıp öyle girmeliyiz Üsküdar'a. Sonundao enfes çınarlarla çevrili giriş yoluna varıyoruz. Gerçekten manevi bir havaya sahip ilçeye giriyoruz. İlk durağımız olan Şöhretlere giriyoruz. Ben sokak basketbolundan başka bir oyun oynamazdım. Birazda oynayamazdım demeliyim. Street Fighter ve Mustafa gibi popüler oyunlarda başarılı değildim. Güzel saatler geçirip istemeden çıkıyoruz atari salonundan. Sonrasında balık pazarından o gelenek haline getirdiğimiz turşu suyunu içiyoruz. Açlığında etkisiyle bardağın dibini bi anda getiriyoruz. Tadını hala bulamadığım o salatalık ve beyaz lahana turşularınıda bi çırpıda indiriyoruz mideye.

O sıcakta turşu suyunun verdiği hararetle çeşme arıyoruz. Sahil camiinin önündeki asırlardan mevcut olan çeşmeden suyumuzu içip belediye önüne geliyoruz. Ancak içimizdeki ateş dinmiyoruz. Küçük süs havuzunun yanına serinlemeye gidiyoruz. Orada bulunan çingene çocuklarını seyre dalıyoruz. Ne güzelde yüzüyorlar havuzda. Nasılda eğleniyor ve serinliyorlar bu sıcakta. Etraf kalabalık ve biz dahil herkes onlara bakıyor. İsmi bizde saklı arkadaş hala nasıl böyle bir şey yaptığımızı anlayamadığımız fikri atıyor ortaya. Bizde yüzelimmi lan diyor. İlk başta sert bakışlara maruz kalıyor ancak o dayanamayıp ayaklarını sokuyor.Bizde yavaştan havuzun yanına geliyoruz. Ayak sokmaktan bişey olmaz ve utanmamızı sağlayacak birşey değil deyip ayakkabıları kenara koyup sokuyoruz bacaklarımızı. O soğuk suyun cazibesi ile anlamadan kendimizi suda buluyoruz. Elbiselerimiz kenara koyup (tabiki sadece üst giysilerimizi) atlıyoruz suyun içine. Etraftan gelen garip bakışlara aldırmıyoruz. Hiç unutmuyorum Fırat dipten nasıl yüzüleceğini öğretmişti bana o havuzda. O kadar mutlu ve şendikki etraftaki kişiler bile çocuklarının ısrarlarına dayanamayıp onlarıda sokuyorlardı havuza.

Havuzdan çıktığımızda kurumayı beklemeye başladık. Çimlerde kuruttuk elbiselerimizi. Saat artık geç oluyordu. Ailelerimizden kimsenin haber yoktu bu gezimizden. Geziden haberleri sonradan oldu ancak o havuzda girdiğimizden şuan bile haberleri yok. Biz o gün zafer kazanmış ordu edasında döndük evlerimize. Evet çok utanmıştık ancak asla pişman değildik. Yıllar geçti ve o havuzun yanından her geçişimde o anı hatırlarım. Çocukluk güzel şeydir. Bu anımda çocukluğunu dolu dolu yaşayanlar için olsun.

1 yorum:

peykân dedi ki...

bizim meydan havuzunda çocukların, yüzerken, gelen polisleri farkedip, alel acele havuzdan çıkıp üstlerini başlarını apar topar alıp kaçışları geldi aklıma... eskiden güüzeldi herşeyy.
eline sağlık...